TSF Üyelerine Özel İndirimli Lüks Saat Modellerini İncelemek İçin Tıklayınız

Deyimler ve Davranışlar

Forum Kurallarına Uygun Farklı Konular Üzerine Sohbet ve Paylaşımlar
Forum kuralları
Sevgili Üyeler Forum Kurallarında Tartışılması Uygun Olmadığı Belirtilen Konular Hakkında Bu Bölümde Paylaşım ve Fikir Bildirimi Yapmayınız. İnançlar, Politika, Fanatizm, Irkçılık Vb. İçeriklerde Konular Açmayınız. Ayrıca Kişisel Mahremiyet ve Ailesel Durumlarınızı İçeren Konuları Burada Paylaşmayınız. Birbirinize Saygılı Olunuz Lütfen.

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 13:07

Hemen hemen hepimiz elimize alkollü bir şeyler aldığımızda, dost sohbetlerinde bir iki kadeh bir şeyler içerken, içki kadehlerimizi tokuştururuz. Hatta bazı racon sahibi arkadaşlar, bunun üzerine adabı muaşeret kuralları yazıp çizmişlerdir.

Peki nedir bu örf-i adetin hikayesi? Aslında çok eskilere dayanır. Orta asya Türkleri'nin hüküm sürdüğü dönemlerde hükümdarların zehirlenerek öldürülmesi pek de ender görülen olaylar değildi. Ama kağanlar korkusuzluklarıyla ün yapmışlardı. Kendilerine ikram edilen kımızları (tas içerisinde sunulur) başka birine tattırmaları korkakça bir davranış olacağından, kaderlerine razı oluyorlardı. Zamanla çokça yaşanıla gelen bu olaylar karşısında, içki ikram edenler, kendi kadehlerini (taslarını) misafirlerine ikram etmeye başladılar. Bu durum karşısında kağanlar tasları kaldırıp, bir kere yere ya da masaya vurduktan sonra, yenisiyle değiştirmeden içiyorlar bu şekilde korkusuzluklarını sergiliyorlardı.

Bugünküne en yakın şeklini aslında avrupa kralları verdi. Avrupada da kralları zehirlemek isteyenler oluyordu. Özellikle kraliyet içerisindeki taht mücadeleleri ve iktidar çekişmeleri bu durumun başlıca nedenlerini oluşturuyorlardı.

İçki kadehlerinin içine konulan zehirler, sıklıkça rastlanılan bir durumdu. Bu durumu engellemek için çeşnicibaşı kullanmak oldukça prestij sarsan ve sana güvenmiyorum mesajı veren bir durum olduğu için pek tercih edilmiyordu. Bu sıkıntının başgöstermesiyle birlikte içkiyi ikram edenler, bir kadeh ikram eder etmez, kendi kadehlerini de uzatıyorlardı, istersen bu kadehi alabilirsin manasında (güven vermek amaçlı). Krallar da bu durum üzerine güç gösterisi yapmak, tabi diğer yandan güvendiklerini göstermek amaçlı olarak aldıkları kadehleri, ardından uzatılan ikinci kadehe vurarak uzaklaştırıyorladı.
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 15:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 13:12

''Püf'' Noktası

Bundan yıllar önce yaşandığı rivayet edilen bir olaya dayanırmış "püf noktası"nın çıkış hikayesi.
Eskiden bir cam ustası varmış, camdan her aklınıza gelen malzemeyi ustalıkla üretirmiş maheretli ellerinde. Mütevazı bir dükkanı varmış, küçük bir çarşı içinde. Her usta gibi yanında kalfa ve çıraklar çalıştırırmış. Dönem hikayenin rivayet ettiğine göre eski dönem olduğu için en çok da gaz lambaları için cam ürettikleri bir dönemmiş.

Kalfası her gün ustasını lamba camı yaparken dikkatlice izlermiş. Uzunca bir süre izlemiş ve artık kendisinin de bu lambaları kolaylıkla yapabileceğini düşünmüş. Günlerden bir gün ustasına; "usta yıllardır yanında çalışıyorum, artık bu işi öğrendim, kendi işimi kurmak istiyorum" demiş. Ustası da büyük bir olgunlukla "peki evladım, öğrendiğini düşünüyorsun gidip kendi işini kurabilirsin" demiş.

Kalfa da heyecanla kendi dükkanını açmaya koyulmuş, tutmuş ustasının dükkanının karşısına bir dükkan açmış. Ustası ses etmemiş. Kalfa günlerce uğraşmış didinmiş, aynen ustasının yaptığı her şeyi yapmasına rağmen, yaptığı lambalar eğri-büğrü oluyormuş. Ne yaptıysa olduramamış, tekrar tekrar denemiş ama olmamış. Günler geçmiş, boynunu büküp ustasının yanına gitmiş, "usta, sen ne yapıyorsan aynısını yaptım, ama olmadı, benim yaptığım lambalar seninkiler gibi olmuyor" diyerek dert yanmış.

Usta yine olgunlukla, gülümsemiş ve izle demiş, fırına daldırdığı demirin ucuna aldığı cama şekil verdikten sonra "her işin bir püf noktası vardır" demiş. Cam istenilen şekli almış. Kalfa anlamamış. Ben de aynısını yaptım olmadı demiş. Sonra usta aynı hareketleri tekrarlayarak, ""her işin bir püf noktası vardır" demiş, cam yine son şeklini korumuş.

Kalfa artık sinirlenerek, biraz da şaşkınlıkla usta ben bunların aynısını yapıyorum neden olmuyor diyerek sitem etmiş. En sonunda ustası, sakince, hala anlamadın mı? Bak iyi izle demiş! Lambayı hazırlayıp son şeklini verdikten sonra, daha yavaş hareketlerle, kalfanın gözüne sokarcasına, lambayı elinde çevirirken, lambanın içine dudaklarını uzatarak, her işin bir PÜF noktası vardı demiş! Kalfa bunun üzerine ustasının, lambanın içinde kalan sıcak havayı üflediğini fark etmiş. Böylece lamba bir anda sertleşiyormuş.

Püf noktasının çıkış noktası da böyle bir hikaye imiş!
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:24 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 13:39

Foyası meydana çıktı
Kuyumcular yaptıları yüzük,kolye,küpe gibi ziynetlerde kullandıkları elmasların arka kısmına foya adlı maddeyi sürer,bir çeşit ayna gibi ışıkların yansıtılmasını sağlarlarmış
Zamanla foyalar çıkar ,dökülürBu benzetme yapılarak sahte,yalan işlerin ortaya çıkması anlamında deyim olarak kullanılır
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:25 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 13:40

Pabucu Dama Atılmak

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim Ama kusurlu çıktı Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:26 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 14:01

Aylar
Romalılar milattan 758 yıl önce 10 aylık takvim uygulamasına başladılar. Bu ilk orijinal Roma takviminde aylar, gündüz ve gecenin eşit olduğu, binlerce yıldır hayatın başlangıç zamanı olarak kabul edilen Mart ayından başlamak üzere, Martius (Mart), Aprilis (Nisan), Maius (Mayıs), Junius (Haziran), Quintilis (Temmuz), Sextilis (Ağustos), September (Eylül), October (Ekim), November (Kasım) ve December (Aralık) idi.
Bu ay adlarından Quintilis'den (Temmuz), December'a (Aralık) kadar olanlar, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10 rakamlarının Roma'lılarca telaffuz ediliş şekliydi yani, Mart başlangıçlı takvime göre bu aylar yılın 5'inci, 6'ncı, 7'nci, 8'inci, 9'uncu, ve 10'uncu aylarıydılar. Bu 10 aylık takvim geride hesaba katılmamış daha 60 gün bırakıyordu.
Yedek olarak bırakılan bu 60 gün sorun yaratınca, Janarius (Ocak) ve Februarius (Şubat) adları ile iki ay daha eklenerek takvim tamamlandı. Yani yılın ilk ayı Martius (Mart), son ayı ise Februarius (Şubat) oldu.
Asırlar sonra milattan 46 yıl önce Roma İmparatoru Julius Caesar (Sezar), muhtemelen politik sebeplerden takvimde bazı değişiklikler yaptı. On bir ayı 30 ve 31 gün olarak iki şekilde düzenledi, yılın son ayı olan Şubat'a 29 gün verdi, her dört senede bir Şubat'a bir gün ilavesini kabul etti. Ancak sonra nedendir bilinmez Janairus'u (Ocak) yılın ilk ayı olarak ilan etti. Böyle olunca da, her 4 yılda bir eklenecek bir günün, yeni durumda yılın ikinci ayı konumuna gelmesine rağmen Februarius'a (Şubat) eklenilmesine devam edildi.
Julius Caesar'ın beklenmeyen ölümünden (Sen de mi Brütüs olayı!) sonra, Romalılar bu çok sevdikleri imparatorlarının anısına Quintilİs (Temmuz) ayının ismini July olarak değiştirdiler.
Ondan sora tahta çıkanlardan, Augustus kendi şerefine, Sextilis (Ağustos) ayının adını kendi ismi ile değiştirerek, bu aya August adını verdi. Ama ortaya başka bir sorun çıkmıştı. Sezar'ın ayı 31 gün, Augustus'un ayı ise 30 gün çekiyordu. Sorunu yine imparatorun kendisi çözdü ve zaten 29 gün olan Şubat'tan bir gün daha alarak Ağutos'a ekleyiverdi. Böylece iki ay da eşitlenmiş oldu.
İşte size takvimin, niçin 12 ay olduğunun, ayların isimlerinin nasıl konduğunun ve niçin farklı sayıda günlerden meydana geldiklerinin, dört sene sonra eklenecek artık günün niçin yılın sonuncu değil de, alakasız bir şekilde ikinci ayına eklendiğinin küçük bir hikayesi.
Özellikle ortaçağda takvimler üzerinde o kadar oynanmıştır ki, yapılan bilimsel hesaplamalara göre, İsa'nın bugün kabul edilen Milattan, yani İsa'nın doğumundan yaklaşık 6 yıl önce doğduğu, 36 yıl yaşayıp Milattan sonra 30 yılında öldüğü ileri sürülmektedir.
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:27 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 14:04

Bir kaç tane de değişik atasözü yazayım
Bir evin çatısı ne kadar büyük olursa üstüne sıçan kuş o kadar çok olur.

Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, öteki ise doğmamıştır.

Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahbuzla gitmeyen at kapında varsa kaldır at.

Kadına inanan, kendini aldatır. İnanmayan da kadını aldatır

Bir insan sana "eşek " derse umursama, ama 5 kişi sana "eşek" derse git kendine bir semer al.

Dumansız kahve imansız Türk'e benzer.

Geçme namert köprüsünden, qoy götürsün su seni. Yatma tilki gölgesinde qoy yesin aslan seni.

Halva halva demekle ağız şirin olmaz.

Olümü catan sican pishiyin daşşağını qaşıyar. [(Eceli gelen sıçan kedinin hayalarını kaşır)]

Şansı olmayanı, deve üstünde bile köpek ısırır.

Aptalla parasının yolları çabuk ayrılır.

Ergen gözüyle kız, gece gözüyle bez alma.

İğne kadar delikten, deve kadar soğuk girer.

Çirkin kadın yoktur; az votka vardır.
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:27 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 14:12

Bekar erkekten yemek tarifleri

Domatesli Biberli Yumurta Buyukce bir tavaya yag domates ve biber koyup bir sigara yakiyoruz. Sigaranin kulu yere dusmek uzereyse yumurtalari eklemenin zamani gelmis demektir. Yumurtalari kirip sigaramizi bitiriyoruz. Pismistir herhalde. Ocagin altini kapatiyoruz.

* Biberli Domatesli Yumurta: Her gun domatesli biberli yumurta yemekten sikildigimizda yapabilecegimiz bu enfes yemek tipki biberli yumurtali domates gibi pisiriliyor.

* Makarna: Bir tencere dolusu sicak suya makarna posetini bosaltip mac izlemeye basliyoruz. Ilk yarinin ortalarina dogru kalkip altini kapatiyoruz. Tencerenin icinden sectigimiz makarnayi fayansa firlatiyoruz.Yapisirsa pismis demektir. Devre arasinda hala icinde su kaldiysa tencerenin kapagini kapatip lavabodaki en kirli tabagin uzerine dogru dokuyoruz (o zaman hem tabak temizleniyor hem de makarnalar catalla yenebiliyor)... Uzerine ketcap sIkIp yiyiyoruz. Not: Fayansa firlattiginiz makarnayi bi ara oradan alin. Sayica fazlalastiklarinda bazen hangisini firlattiginiz karisiyo.

* Asla sade pilav yapmayin. Domatesli pilav yaptiginizda bir seye benzemese bile renginden anlasilmaz.

* Sagda solda kulagima caliniyordu. Mutfak robotu denen bisey varmis. Birden icimi bir heyecan kapladi. Ulan madem bu isin robotu var ben niye kosturuyorum yillardir diye sinirlendim. Hemen gidip aldim bi tane. Eve gelip kutusundan cikardigimda itiraf etmeliyim ki hayal kirikligina ugradim biraz. Ben acikcasi ufo gibi bisey bekliyodum, bu bildigimiz tencerenin plastigi. Icindede vantilator gibi bisey var. Bununla birlikte bi ton plastik zimbirti daha cikti icinden ama bi ise yarayacaklarini sanmiyorum. Neyse fisini taktim denemek icin bi tane sogan attim icine. Bakalim ne yapacak diye bekledim. Kabuklarini bile soyamadi essogluesek. Paramparca etti birakti. Sinirlendim attim bi kenara yazdan beri duruyo orda. Bir ara yikayip o vantilator gibi olan seyi bilgisayarima takmayi dusunuyorum. Belki fan olarak is gorur. Onun disinda tamamen para tuzagi :muahaha:

Alıntıdır
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:27 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Deyimler ve Davranışlar

Mesaj adonis » 10 Kas 2009, 14:13

rahat algılanır pazarlama eğitimi

Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyordu:

1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek 'Çok zenginim. Evlen benimle!'
dediniz. Bu, doğrudan pazarlamadır.

2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza 'O çok zengin. Evlen onunla!' dedi. Bu, reklamdır.

3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün
arayıp 'Çok zenginim. Evlen benimle!' dediniz. Bu, tele pazarlamadır.

4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif ettiniz ve
sonra 'Bu arada ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?' dediniz. Bu, halkla ilişkilerdir.

5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve 'Duyduğuma göre çok
zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?' dedi. Bu, marka bilinirliğidir.

6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben çok zenginim. Evlen benimle!'
dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat yapıştırdı. Bu, müşteri geribildirimidir.

7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben çok zenginim. Evlen benimle!'
dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.

8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaştınız, ama siz birşeyler
söyleyemeden önce biri gelip ona 'Ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?' dedi ve kız onunla gitti.
Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.

9. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben çok zenginim, evlen benimle!'
diyecekken karınız geldi. Bu, yeni pazarlara girememektir.
En son adonis tarafından 10 Kas 2009, 16:28 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
zaman sana uymazsa sen zamana uy...
saat gibi...
Kullanıcı avatarı
adonis
 
Mesajlar: 116
Kayıt: 21 Eki 2009, 17:41

Sonraki

Dön TSF Sohbet - Off Topic Discussion

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 37 misafir

   
   
TSF Partner Brands & Medias
Ancon
Arnold & Son
Ateliers deMonaco
Audemars Piguet
Badollet Geneve
Bell & Ross
Breitling
Chopard
Concord
Gucci
Hautlence
Hublot
Linde Werdelin
Maîtres du Temps
Manufacture Royale
Oris
Parmigiani Fleurier
Snyper Geneve
Steinhart
Watchonista
                                          

     Facebook  Twitter  Instagram  Youtube  RSS Portal    |    Gallery    |    Blog    |     Advertise / Reklam / Contact      
 

All brand names and trademarks are the property of their respective owners