Hattat Necmeddin Okyay'ın eserlerini mekanik saate, bilgisayarımızın klavyesine basarak yazdığımız yazıları da quartz saate benzetecek olursak birincisinin bir işe yaramadığını, ikincisinin çok daha mükemmel olduğunu söyleyenler olacaktır. Böyle şeylere inanmayınız.
Tarihin ve
sanatın günlük hayatta doğrudan bir karşılığı yok gibi görünür, oysa daha dikkatli bakmakta fayda vardır. 40 yıllık Tissot saatim günde 10 saniye ileri gitmekte. Demek ki saatten saate fark vardır. Kötü örnek, örnek sayılmaz. Kötü bir örnekten yola çıkarak aynı sistemle çalışmaktan başka bir paydaları olmayan koca bir yapıyı eleştirmek de kanımca doğru değildir. Yoksa cep telefonunda dahi saat var, boşuna tartışmayalım, kolumuzda ayrıca bir saat taşımaya gerek var mıdır? Kimine göre yoktur. O kişiler de zaten saat taşımıyor. Kolunda saati olan insan gözümde/gözümüzde muteber bir insandır, aksini söyleyeni önce ben ayıplarım, başka başka fikirlere, "beni hor görüyorlar" demeye gerek yoktur.
Plastik aksama haiz, kişiye özel çalışmayan, hiç kimseye ait de ol(a)mayan dijital bir saat ile mutlu olunuyorsa, arif olana "o mutluluk daim olsun" demekten başka ne demek lazım gelir?
Fakat başka bir yönü daha var, alttan alta hissedilen ve açıkça söylenmeyen, benim de rahatsız olduğum ve yazmaya iten şey nedir?
"Efendim ben Elif Şafak ile idare ediyorum, Dostoyevski'ye gerek yok, Tolstoy okumadım, Refik Halid kimdir bilmem, vaktiyle Yahya Kemal'in bir şiirini uzaktan duydum" demekle de bir bir istasyona varılamıyor. Varılır belki ama o istasyonda kimler var, onu bilmek gerek. Reşat Nuri, Sait Faik okumaya gerek duymayan, çoksatan yeni yazarların ıvır zıvır kitaplarıyla da pekala hayatını idame ettiren, ömründe Ayasofya'yı, Süleymaniye'yi, Britisih Museum'u, Simthsonian Enstitüsünü, çeşitli Arkeoloji Müzelerini, Library of Congress'i görmemiş, parasını verip de günlük gazete almamış, hiç John Berger okumamış kimseler de pekala yaşıyor, nefes alıyor, paraya para demiyor. Kimseye kızmayız gücenmeyiz, daha iyisine niye talip olmuyor, ufkunu neden daha geniş tutmuyor, neden paradan başka bir şey düşünmüyor diye serzenişte dahi bulunmak manasız çünkü. Hayat yavan da olsa geçip gidiyor, yeri boşalanların yerine bir başkası geliyor. Bu duruma işaret etmek hor görmek değildir, sadece bir durum tespiti sayılır. İstanbul'da 16 Aralık akşamı bir başkonsolosun hazır bulunduğu, dünyanın en kıdemlı en saygın etkinliklerinden biri olan World Press Photo 2010 açılışına eğer 10 milyonluk bir şehirde gele gele 40-50 kişi katılıyorsa kimseyi hor görmeyelim zaten.
Şunu da geçmeyelim,
zaman diye biteviye dürtüklenen gariban mevhum bir
standarttan gayrı bir şey değildir. Yani kuru bir mevhumdur (bkz.
Jay Griffiths. Bu '
zaman' sabah erken işe gitmeyi, vaktinde dükkanı açmayı sağlar, öğle tatiline çıkmak, uyumak, yemek yemek gibi düz ihtiyaçların ötesine götürmez.
Ancak başka bir 'zaman' daha var. Onu da aramak gerekli. Öyle ha denince bulunmuyor, bir yerden bir yere götürmüyor, parayla da satılmıyor.