
Bu ihtiyar hanımefendi ile nasıl tanıştığımızdan biraz bahsetmek istiyorum; lise yıllarında saat merakımın başlaması üzerine, sabah pantolonumun cebine konulan harçlıkları biriktirerek quartz mekanizmalı QQ marka bir saat almıştım. Bu satırları yazarken hala kolumda takılı olduğunu belirtmek isterim, sağlam saatmiş. Fakat akşam eve geldiğimde peder bey saatimi gördü ve bana takılmadan rahat edemeyeceği için, o ne? Birde para mı verdin buna dedi. Cevap olarak, gerekli imayı içerdiğini düşünerek , paramız buna yetti napalım, senin gibi Seiko takamıyoruz dedim.

Babamda hikayesini anlatmaya başladı; 1970 li yıllarda rahmetli dedem bir arkadaşıyla birlikte hacca gitmiş. Dönerken de bizim oğlana bir hediye alayım diye arkadaşına sormuş, sen saatçisin, saatten anlarsın, bir saat beğen de oğlana hediye alayım demiş. Bu çok sevgili, muhterem saatçi amca rahmetli dedemi direk Omega butiğine götürmüş.


Babam eşyaya pek değer vermeyen bir insan olduğu için her zamanki gibi saati oldukça hor kullanmış. Mineral cam olduğu için çizilmesi doğal tabi, ama peder bey çalışırken bile kolundan çıkarmamış ve camı çatlatmayı başarmış. Bu arada ben Erzincanlıyım, bizimkilerde o zaman Elazığ'da oturuyorlarmış. Bakımını falan yaptırmaya çalışmış ama Elazığ'da mekanik saat ustası bulmak kolay değil. Bilinçsiz ellerde pandülü ile oynanmış, kapağını açamamışlar hep çizilmiş, yani sizin anlayacağınız saatin başına gelen Müslüm Baba ile Bergen'in başına gelmemiştir.(İkisini de rahmetle anıyorum) Sonra bizimkiler Ankara'ya taşınmışlar. Orada, saat yağlanıp bir duş alma imkanı bulmuş. Ama geçim derdi, iş, güç derken pek ilgilenememişler ihtiyarla. Zamanla saat su almış ve babam bakım yaptırmaya çalışmış ama eskisi gibi olmamış. Ata yadigarı olduğu içinde atmaya kıyamayıp, adeta bir kürek mahkumu gibi, güneş görmeyen bir çekmede, ölçmeye çalıştığı zamanın acımasız ellerine teslim edilmiş. Yaklaşık 15-17 sene sonra tekrar zamanı tutmaya çalıştığında nasıl sevinmiştir siz düşünün.
İşte bu ihtiyar hanımefendi ile ilk tanışmamız bu şekilde oldu. Güneşin yüzünü dünyanın başka bir yanına döndüğü, bunu fırsat bilip zaten orada beklemesine rağmen bir anda görünür olup, engin kozmik okyanusta gezinti yapan dolunayın olduğu bir gecede aşık oldum bu hanımefendiye. iki gün boyunca kendisi bana eşlik etti ve beraber okula gidip geldik. Saniye, akrep, yelkovan arasındaki kovalamacayı onun kadranına bakarak izledim. Babam saati sevip, taktığımı görünce yarın internetten araştır, Omega servisine götürüp bir bakım yaptırayım böyle kullanma dedi. 14 yaşın vermiş olduğu delikanlılık ve Kurtlar Vadisi izlemekten gelen racon kültürüyle birlikte saatin bakamını ben yaptırırım! Dedim. Sonuç olarak yağlamaya istenilen fiyatı duyunca, o paraya bizim mahallede 3 adam vuruyorlar dedim(tabi içimden söyledim) dışımdan ise iyi günler diledim ve telefonu kapatıp, kahrolsun burjuva, kahrolsun kapitalizm diyerek yaşama geri döndüm. Sağolsun, varolsun babam saatin bakımını yaptırmayı teklif etti ama racona ters diyerek, işe girdiğim zaman ilk maaşımla ben yaptıracağım! Dedim.(Keşke demeseydim, böyle bir şey olursa, siz demeyin.)
Gerek bu forum olsun, gerek yabancı kaynaklardan edindiğim bilgiler ışığında İhtiyar hanımefendiyi daha fazla yormayıp, güneş görmeyen hücresine geri kilitleyip, her şeye derman bana dert olan zamanın ellerine bırakmaya karar verdim. Ama İnka hazinesi bulmuş İspanyol gibiyim, altınlar hala sandığın içinde mi diye bakmadan edemiyorum. Yani arada bir çekmeceyi açıp, hanımefendi rahat uyuyor mu diye bakmadan edemiyorum. İşte gene böyle bir günde, çekmeceyi açtım ve o üzücü olay yaşandı. 200 le giderken birden benzininiz biter de stop edersiniz ya, kutu kolayı açmaya çalışırken pimi kırılıp içine düşer, siz tuvalet molası verince baş rolü vururlar, en gerekli zamanda pili bitmiş kumandanız arabanın kapılarını açmaz, telefonda seni seviyorum derken şarjınız biter, işte bunları 10 la çarparsanız benim ne hissetiğimi anlarsınız. Saat çalışmıyordu... Ayrılık her aşkın kaderinde mi var?
Bu acı haberi akşam babama bildirdim. Kendisi tekrar yaptırmayı teklif etse de erkekliğe laf söyletmeyeceğiz ya, Kurtlar Vadisi etkisi hala kanımdan çıkmamış olsa gerek ki ben yaptırım! Dedim.
Muhtemelen buraya kadar okumamışsınızdır ama belki okuyan arkadaşlar vardır diyerek çok uzun olduğu için biraz atlayarak üniversite yıllarıma geçiyorum.
Üniversite için başka bir şehre gittiğimde, saati yanıma almamış Ankara'da bırakmıştım. Daha sonra üniversiteyi yarım bırakıp işe girdim, tekrar üniversiteye başladım, iş, okul falan derken verdiğim sözü unuttum ve sevgime ihanet etmiş oldum. İlk maaşı alalı çok olmuştu. Fakat bileğimde o yoktu. Ama bu aşk burada bitemezdi, yaşanacak çok şey vardı daha. Kader ağlarını ördü;
Lise arkadaşımın düğünü için, Erzincan'dan bir arkadaşımla Ankara'ya gittik. Düğün için hazırlanırken, Kurtlar Vadisi modunu açıp yöresel Elazığ yeleğimi giymiştim ki, arkadaşım, şu yeleğe bir tanede köstekli saat taksaydın ateş ederdin, eski kasa bir Mercedes alıp, semtin haracını keserdik dedi. O anda, 35 derece yaz sıcağında, gönül bahçemde bir sonbahar esintisi oldu, esinti büyüdü fırtınaya dönüştü, gönül bahçemdeki ağaçların yapraklarını döktü, dallarını çıplak bıraktı, viran eyledi. Gönlümde kopmakta olan fırtınayla ve titreyen ellerimle 1 metre ilerideki yatak odasına gittim, çekmeceyi açtım! Zamanla her şey geçer diyorlardı ama o geçmemişti, beni beklemişti. Biraz kırgın gibiydi bana fakat ne dese hakkıdır, sesimi çıkaramam.
Tahmin ettiğiniz gibi Erzincan' a döndüğümde bileğimde o takılıydı. Daha önce araştırırken forumda bulduğum Cengiz Ustayı aradım ve durumu izah ettim. Gönder bir bakalım dedi. Ve bir kez daha ayrılık hasreti etrafımızı kuşattı. Bir akşam arkadaşlarla çay içerken, Cengiz Usta'nın mesajını gördüm ve okumaya başladım. Hanım efendinin elbisesini çıkarınca gördüğü manzara çok kötüymüş. Rotorun hiçbir şekilde dönmediği, korozyonun çok yüksek olduğu ve mekanizmanın tamamen kilitlendiği yazıyordu. Malesef artık çok geç yazmıştı.
Gözlerim yerinden fırladı, ışık 3x10^8 metre/saniye hızla akmak yerine -3x10^10^10^10 metre/saniye hızla akmaya başladı, zaman tersine döndü, entropi yasası benim için çöktü, elektronlar çekirdeğin etrafında dönmekten vazgeçti, güneş, merkezinde yakmakta olduğu hidrojeni bitirdi, Göktürk Devleti Çin hükümdarlığı altına girdi, kuşlar ters uçmaya başladı, kutup ayıları sina çölüne gidip kumu elemeye başladılar. Bunların hepsi benim için aynı anda oldu. Vay ki çölü eliyordum, çölü elersen elinde gene kum kalır sevgili okur.
Ama hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur, son dediğin anda her şey yeniden can bulur. Cengiz Usta, bir sonraki satırda yine de ümidim var, tüm parçalar mevcut, iyi bir temizlik ve yağlamayla bir çok parçayı kurtarabiliriz yazmıştı.

Rotora bakarak durumu anlayabilirsiniz. Cengiz Usta gerçekten de ustalığını konuşturdu ve bir çok parçayı kurtardı. Bu da hanım efendinin çıplak hali ki, yanında Adriana Lima erkek gibi kalır;

Daha fazla üşememesi için kapağı kapatıldı, gözleri pek iyi görmüyormuş, camı orjinali ile değişti, yaşlılıktan dolayı biraz derisi solmuştu, polish yapıldı, güneş gibi parlıyor artık.

Bu fotoğraftan sonra ara verip, söylemem gereken bazı şeyleri tarihe not düşmek istiyorum;
Ablamla otururken, babamı sadece bir kere ağlarken gördüm, dedem rahmetli olduğunda başını omzuma koyup ağladı demişti. Mekanı cennet olsun, rahmetli dedemi hiç görmedim. Ben doğmadan iki yıl önce vefat etmiş. Benim için paha biçilemez değeri olan böyle bir emaneti tekrar hayata döndürdüğü için Cengiz Ustaya çok teşekkür ederim. Sanki kendi saatiymiş gibi ilgilendi, saatin hikayesine en az benim kadar değer verdi. Yaptıramamasına rağmen, ata yadigarı diyerek, atmaya kıyamayan ve bu emaneti bana veren babama da çok teşekkür ederim.(kendisi burayı okumaz ama olsun

Sevgilimi koluma taktım, beraber nehir kıyısına gittik, kahve içtik, kamp ateşinde çay demledik, Erzincan'ı gezdirdim ona. Gittiğim her yer de çok beğenildi, top modelleri kıskandırdı. Sanıyorum birisi maşallah dememiş olacak ki, İki hafta süren beraberliğimiz sonunda kendisini bileğime takmaya çalışırken yere düştü! Hiç korkmadım, heyecanlanmadım. Çünkü, bir şey olamazdı, olamamalıydı. Gül cemalini görmek için yerden aldım ve ters çevirdim. Allahımmmmmmm, yapma bunu bana.
Herkes öldürür mü sevdiğini bilmiyorum. Ama galiba ben öldürdüm. Yunus peygamber diyor ki; dünyanın genişliğini kavraya bildin mi? Işığın bulunduğu yerin yolu nerede? Ya karanlık, onun yeri neresi?
Ve İşte ben karanlığı buldum! Ona ulaştım, ışığın sönüşünü iliklerime kadar hissettim! O beni terk edince, hiç bir işim rast gitmedi. Ertesi gün arabayla kaza yaptım, yeni aldığım ceketim iki gün giyemeden pert oldu. Bir kaç gün geçmeden arabayla tekrar kaza yaptım.
Bazı inanışlara göre, tanrı insanı kendi suretinde yaratmış. İnsan da saati kendi suretinde yaratmış. İyi ayarlanmış bir saat bir saniyeyi dahi zayi etmezmiş. İyi ayarlanmış bir insan da bir saniyeyi dahi boşa yaşamazmış. Oysaki biz hiç farkında bile olmadan bir günü boşa yaşıyoruz, gelip geçsin diye zaman öldürüyoruz. Kafamda Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabından aklımda kalan felsefik çıkarımlar, elimde yaralı bir hanımefendi. Onu, yeleğimin iç cebine koydum, üşümesin diye üstünü örttüm. Telefonumu çıkardım ve Cengiz Ustaya mesaj yazmaya başladım...
Çok uzun olduğunun farkındayım ama fırtınalı ilişkimiz daha bitmedi. Şu an bize çile çekmek düştü. Hem ne demişler; zül celali vel ikram, önce kahır, sonra ikram.
Gelen tepkilere göre devamını yazmaya çalışacağım...
Bu da geçer