Çoğumuzun varlığından bile haberdar olmadığı ama mekanik saat dünyasının quartz krizinden (
mekanik saat endüstrisinin 1970’li yıllarda çok daha ucuz ve pratik elektronik saat (Quartz) teknolojisiyle ve çok miktarda quartz saat üreten Japonlarla rekabet edememesi sonucu endüstrinin batma noktasına gelmesi, küçülmesi ve iflas noktasındaki markaların el değiştirmesi, birleştirilmesi hadisesi.. Toparlanma 80’lerin sonu, 90’ların başını buldu) kurtulmasında en büyük katkılardan birini vermiş, (dönemin Swatch Group CEO'su Nicolas Hayek ile birlikte) modern horolojinin hem tasarım hem de pazarlama ve yönetim alanında en büyük fikir babalarından hatta dahilerinden birisidir Günter Blümlein..
Ciddi ve iddialı bir giriş mi oldu? Bence değil.. Bir insan dahi olarak doğduysa öyle ya da böyle adını tarihe kazımadan gitmez. Mustafa Kemal Atatürk gibi..
Cermen kültürünün tarih boyunca yetiştirdiği birçok dâhiden biri olan Günter Blümlein 1943 yılında Nürnberg'de doğdu. Kariyerine Diehl adlı daha çok savunma malzemeleri ve bunun yanında hesap makinesi ve saat de üreten şirkette çırak olarak başladı. Çıraklık eğitimini tamamladıktan sonra hassas mekanik, saat ve saat teknolojisinde uzmanlaşmak adına şirket bursu kazandı. Bursu tamamlamasına müteakip 1968 yılında şirkete geri döndü. Blümlein o yıllarda yetenekli bir mühendis olmasının yanında gelecek vaat eden bir yönetici ve pazarlamacıydı. Fark ediliyordu. Bunun sonucu 1970’li yıllara gelmeden hem Diehl hem de Junghans'ta pazarlama ve dağıtım yapmaktan sorumlu oldu.
Fakat Japon üreticilerin hızlı ve direkt son tüketiciye ulaşan quartz saat üretimi 70’li yıllarda mekanik saat endüstrisinde resesyonun da ötesinde birçok markanın batma noktasına gelmesine (hatta fiilen batmasına) sebep oldu. Gerçekten biz horoloji meraklıları hafızamızı biraz kurcaladığımızda kabaca 1975-1990 arası yıllara dair parçanın eksik ya da çok zayıf olduğunu fark ederiz. Çünkü anılan yıllarda mekanik saatçilik baş aşağı gidiyordu. Pazar kaybına uğramış, sadık müşterilerini bile kaybetmeye başlamıştı.
Şöyle bir gerçek var; horoloji diye bir şey varsa mekanik saatçilik olduğu için vardır. Çok olan şey neredeyse her durumda daha değersizdir, aynı bu durumda da olduğu gibi.. Quartz’lar saat sektörünü ele geçirmişti. Yüksek saatçilik dibi görmüş, özel bir şey neredeyse üretilmiyordu. Asırlık nice İsviçre markalarının ürün gamlarında hatırı sayılır sayıda quartz saatler vardı. İşte Günter Blümlein hem iletişim, hem yöneticilik hem de pazarlamadaki dehasıyla mekanik saatçilik için her şeyin kötü gittiği bu dönemde sektörün nefes almasını dahası eski parlak günlerine geri dönmesi için insiyatif aldı. İşe ilk IWC ile başladı.
IWC, quartz krizinden en çok etkilenen markaların başında geliyordu. Blümlein markanın sağlam külliyatı ve IWC'nin mühendislikteki gücünden faydalanarak, kasa üretiminde titanyum ve seramik kullanımı gibi yeniliklere öncülük etti. Krizden çıkışta mekanik ve yüksek mekanik saatçiliğin gerçeği olan “made by hand” yani el yapımı, “exclusive for you” yani size özel gibi vurgulara ihtiyaç vardı, Blümlein bunu hem kendisi gibi yöneticilere, hem endüstriye ve tabi ki müşterilere tekrar hatırlattı. IWC Blümlein yönetiminde Grande Complication’ı üreterek tekrar varlığını hissettirdi. Bu yeniden uyanıştı. Sembolik önemi büyüktü. Bunun yanısıra Blümlein yukarda da değindiğim gibi kasa üretimi ve işçiliğine ayrıca önem veriyordu. 1972 yılında titanyum kasa chronograph’ını üreten Porsche Design, 1997 yılına kadar IWC ile özellikle titanyumun IWC ürün gamına dahil edilmesi aşamasında işbirliği yaptı. IWC Porsche Design böyle doğdu ve büyük başarı elde etti.
Günter Blümlein Schaffhausen'daki ofisindeBlümlein bu sürece sektörün ileri gelenlerinden Kurt Klaus’u da dahil etti. Kurt Klaus’a tabi ayrı bir parantez açmak gerekir. Klaus yıllarca “Schaffhausen’ın Einstein’ı” olarak adlandırıldı. 1957 yılında 21 yaşındayken IWC’de işe başladı. Klaus çıraklıktan duayenliğe uzanan kariyerinde mekanik saatçiliğin hem en iyi hem kötü dönemlerine şahit oldu. Blümlein gibi bir zekanın -bu zor günlerde- IWC’nin koltuğuna oturduğunda Klaus gibi yetenekten yararlanmaması söz konusu olamazdı tabi. 1985 yılında yapılan ve IWC’nin Kurt Klaus’a ithaf ettiği IWC Da Vinci Perpetual Calender Kurt Klaus 3570 ciddi başarılar kazandı. Kurt Klaus, saate Perpetual Calender’ı pusher’lara ihtiyaç duymaksızın crown yardımıyla ayarlama imkanı verdi. Klaus’un bu kullanışlılık ve yaratıcılığı Blümlein’in ticari dehasıyla birleşince Da Vinci bir ticari başarıya dönüştü.
IWC Da Vinci Perpetual Calender Kurt KlausIWC o yıl sektörün geri kalanının tamamından fazla perpetual calender üretti. Portugieser Perpetual Calendar’ın farklı iki versiyonu da yine o yıllarda ürün gamına dahil oldu. Bu yeni iki model 577.5 yılda sadece bir gün sapmayla ay fazını hesaplayabiliyordu.
Blümlein IWC’yi adeta küllerinden yeniden doğurmuştu. Krize karşı koymak ve ayakta kalmak bir yana, horoloji tarihine damga vuracak yeni modeller üretilmiş, mekanik saatçilik tekrar hak ettiği yere doğru ilerlemeye başlamıştı. Blümlein için ise yeni meydan okumalara ihtiyaç vardı ve onun adı da Jaeger-LeCoultre idi.
Jaeger-LeCoultre parlak geçmişinde Patek Philippe ve Vacheron Constatin dahil yüksek saatçiliğe mekanizma tedarikçisi olmuş, teknik ve mühendislik alanında ciddi birikimi olan bir marka. Fakat Jaeger da o yıllarda krizin etkilerinden kaçınılmaz bir şekilde etkileniyordu. Şimdi kulağa çok garip geliyor ama o da diğer ciddi İsviçre markaları gibi müşterilerini Quartz “devrimine” kaptırmıştı. Blümlein Jaeger’da göreve gelir gelmez ilk olarak bu ciddi birikimi harekete geçirdi. Aynı zamanda markanın iletişim ve pazarlama stratejisini tümden yeniledi. Jaeger külliyatındaki en önemli model hiç kuşkusuz Reverso’dur. Gerek devrim niteliğindeki “duoface” kasası, gerekse tasarımıyla gelmiş geçmiş en ikonik on saat modelinden biridir. Blümlein için Reverso’dan daha iyi bir çıkış noktası olamazdı ve öyle de yaptı. Reverso’ya komplikasyon eklenmek istenmişti, fakat modelin kendine has tasarımı ve kadranı buna imkan vermedi. Katalog’da insanların görüp heyecan duyacağı, sinerji yaratacak birşeye ihtiyaç vardı. Blümlein mühendislerine “kadran küçükse o zaman büyütün” dedi ve büyük kasa formuyla Reverso 60eme, Grand Tail (GT) üretilmeye başlandı. JLC için bu strateji işe yaradı ve marka itibarını geri kazanmaya başladı. Blümlein’in planı IWC’de de JLC’de de aynıydı: “Potansiyelinin farkında ol. Piyasa seni yönlendirmesin, sen piyasayı yönlendir; eğilimler elbet değişecektir.” IWC’den sonra yine tarihi bir geri dönüşe imza atan Blümlein için artık biraz da duygusal nedenlerden ötürü farklı bir hedef vardı: A. Lange&Söhne..
Alman gururu mu denir, ulusal itibar mı denir artık, Blümlein Alman saat endüstrisini canlandırmaya kararlıydı. A. Lange&Söhne kuruluşu olan 1830’dan 1945’a kadar ciddi başarılara imza atmış, Alman saat endüstrisinin lokomotifi denebilecek bir markadır. Burda tekrar detaya inmeye gerek yok, zira Kerem Abi markanın hakkını sonuna kadar veren bir inceleme yaptı. 1945’te savaşın bitmesine az bir zaman kala Almanya’nın her yeri yoğun şekilde bombalanırken Dresden de nasibini almıştı tabi. Fabrikası çalışamaz hale gelen A. Lange&Söhne merkezi olan Dresden’in komünist Doğu Almanya sınırlarında kalması nedeniyle de, 45 yıllık zorunlu bir ara vermek zorunda kaldı. 1990’da Berlin Duvarının yıkılıp, Almanya’nın tekrar birleşmesiyle Blümlein ve aile yadigarı olan markanın sahibi Walter Lange üretime tekrar başlama kararı aldılar. Burda bir parantez açmakta yarar var, Blümlein’in A.Lange&Söhne’nin üretimine dahil olması IWC ve JLC’deki rolünün tamamen bittiği anlamına gelmiyordu. Blümlein üretiminde detaylı olarak rol aldığı ALS ile IWC ve JLC arasında güzel bir denge kurdu. ALS’nin üretiminde direkt etkindi ama IWC ve JLC’nin kağıt üstünde başındaydı. Kataloglar her zamanki gibi Blümlein’in elinden geçiyordu.
Walter Lange ve Blümlein 4 yıl gibi kısa bir zamanda kataloglarını hazırladılar ve unutulmaya yüz tutmuş bu çok değerli markayı hak ettiği yere çıkardılar. Şüphesiz bunda markanın büyük mirasının payı çok. Blümlein ve Walter Lange’nin amacı sadece ALS’nin karakteristiğini yeni koleksiyonlarda sürdürmek değil, aynı zamanda markanın geleceğe ayak uydurmasını sağlamaktı. Ortaya çıkarılan ilk koleksiyonla beraber gelen başarı Blümlein’in ve tabi ki Walter Lange ve Glashütte ekibinin dehasını ve vizyonunu bir kez daha ortaya koydu.
1991'de Günter Blümlein ve ortakları Schaffhausen'de IWC, JLC ve ALS’yi tek çatı altına toplayarak "Les Manufactures Horlogiers (LMH)" grubunu kurdular. Günter Blümlein, Yönetim Kurulu Başkanı oldu. 2000 yılının Temmuz ayında Richemont Group LMH’nin markalarından IWC’nin %100’ünü, JLC’nin %60’nı, ALS’nin ise %90’ını 3 Milyar İsviçre Frank’ına satın aldı. Blümlein elbette yılların emeğini ve başarısını paraya da çevirmişti. Sonuçta neydi: “laissez-faire, laissez-passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)
Ne var ki Blümlein 2001 yılında 58 yaşında ani denebilecek şekilde lösemi’den vefat etti. Bu dahi kişilik yaşasaydı neler yapabilirdi daha, tahmin etmek zor ama imkansız değil. Bizzat Walter Lange, Blümlein için: “Evrensel bir dâhiydi. Modern İsviçre saat endüstrisinin Rönesans’ında iki kişinin imzası vardır. Bunlar Günter Blümlein ve Nicolas Hayek’tir.” demiştir. Araştırmasını yaptığım şu iki haftalık süreçte gördüm ki, gerçekten de mekanik saatçilik Blümlein’e çok şey borçlu. Ona ve onun motivasyonu ve liderliğiyle harekete geçen herkese..
Teşekkür ederim